3 Mart 2012 Cumartesi

Üzümlü Kirazlı Gözlük


Telefondan randevu almak diye bir olay,ben küçükken yoktu,hastahaneden.

Ağlarken başımı sürekli betona vurup haykırdığım için bozulduğunu söylüyordu annem gözlerimin. İleri derece miyoptum ve ben çocukken bile uykusuzdum. Benim için çarşaf ve kahverengi-sarı kaplan desenli battaniyeyin serildiği çekyatta değil, en son nerede oturuyorsam orda uyurdum. İki gözlüğü iki ay içinde böyle kırmıştım işte. Annem de yemin etmişti bir daha gözlük almayacağım sana diye. Zaten sigorta ya iki ya da üç senede bir karşılardı çerçeve parasını,benim gibi eşyasına-malına dikkat etmeyen biri için sosyal sigortalar kurumu fazlla acımasızdı.
Ertesi gün hastaneye gidileceği zaman, bir gün evvelden babamın çalıştığı fabrikadan liste kağıdı alınırdı. Ben dört gözlü değilim diyerek sobaya atıp yakmıştım,sabah bulamayınca annem beni dövmüş,babam fabrikaya gitmişti.
Göz numarası haliyle bitmişti.Alamadık.
Hastaneye gidilecek olan sabahların günleri çok erken başlar. Evden 05:30 gibi çıkmak gerekir, Okmeydanı SSK her zaman fazla kalabalık-fazla hengamelidir.
Uyandım, gözlük almaya gittiğimiz her günkü gibi yine sıcacıktı yatağım,yüzümü yıkamak için lavaboya eğildiğimde göz kapaklarım sısacıktı,hatırlıyorum. Güzel bir beyaz gömlek giymiştim,kocaman-top gibi göbeğim çıkmıştı ortaya. Annemin el emeği,örgü süveteri geçirdi üzerime. Liste kağıtları tamamdı. Babam şapkasını taktı,evden çıktık. O zamanlar güzel bir yerde oturuyorduk,kendine göre merkezi. Otobüs durağı iki dakika uzağımızdaydı,taksi durağı otobüs durağının karşısındaydı. Tanıdıktı tüm taksiciler,Cafer abi vardı,yan apartmanımızda oturan. Bizi hep o götürürdü ucuza,daha hava aydınlanmamış olurdu,yine mi doktora-bitmiyor çocuğun derdi derdi bizi görünce. Babamın taksiye binip,yeniden bir -selamünaleyküm- dediğini hatırlıyorum,sonra şapkasını çıkarıp -yeni yasa çıkaracakmış şerefsizler- diye dertleşirlerdi. İşçiliğin bünyesine işleyen adamın derdi bir yerden sonra emekliliği olurdu,ve,buna kolaylık sağlamayan adamların genel adına -şerefsiz- denirdi sanayi mahallesinde.
Sonunda görkemli-kocaman okmeydanı sskya varmıştık,çağlayan yolundan giderdik hep,daha yakın olurdu. Hastanenin bahçesi o sabahlarda hep naneli şeker kokardı.
Babamla sıraya girdik. Muhabbet etme konusunda doğal bir yeteneği vardı babamın. Hemen önümüzdeki üç ve arkamızdaki iki kişiyle arkadaş olurdu. Hangi hastanenin hangi doktoru iyi,konuşuurlardı. Ben o sırada sıraya girdiğimiz küçük bahçenin kenarına dizilmiş banklarda uyuyakalırdım. Kapı açılırdı,numara dağıtılmaya başlanırdı. Kulak-burun-boğazla, göz ilk biten numaralardı.  İki saat kuyrukta bekleyip, muayene olamamak da vardı,öyle zamanlar da olmuştu babam o zaman hep  veznedeki kadınla kavga eder,orospu çocukları der,çıkardı. Beni çekiştirir,benimle hiç konuşmazdı. Bir kahveye gidip otururduk,o sigara içip gazete okurken ben de liste kağıtlarından hala yapamadığım uçaklardan yapmaya çaışırdım.
Ama o gün şanslıydık, numara almıştık. Şimdi sıramızı beklememiz lazımdı. Dijital barkovizyonlar yoktu,kimse isim de okumazdı. Kapının önünde sorardık 'kaçta?' diye. Sıramız 83tü,sıra 23. O esnada babam, kapının yanına doğru koridor boyu dizilmiş açık pembe-plastiğimsi sandalyelerden birine oturur,beni de kucağına alırdı. Kırmızı süveterim,beyaz gömleğim ve mavi pantolonumla ben hep hastanedeki en renkli çocuk olurdum. Gözlerim bile o kadar bozuk gelmezdi.bir kız vardı,sağ gözbebeği,sağ gözüünün en sağındaydı,sol da solun solunda. 'sen kır yavrum gözlüğünü sen de böyle olacaksın' derdi babam. çocukluğun tatlı utanmazlığı ve farkındasızlığı içinde 'nolmuş bu kızın gözüne' diye bağırarak sormuştum,babam alttan bacağımı sıkmıştı,utanmıştım.
Babam iki çay içip,ben hastanenin tüm katlarını gezip,tüm duvar yazılarını okumaya çalışırken sıramız gelmişti. Öğle olmak üzereydi,içeri girdilk. Yine mi sen geldin pıtırcık diyerek selamladı bizi doktor. Biraz gerizekalılık vardı ben de galiba,göz doktoruydu ama ben bütün hastalıklardan anlar sanıyordum. Şuramda da bişey çıktı diye göbeğimdeki sinek ısırığını gösterdiğimde kocaman bi göbek çıkmış orda derdi,o gün boyunca hep göbeğimin içinde bir sürü sinek olduğunu düşünüp,üzülmüştüm.
Gözüme bir damla damlattı,yarım saat sonra gelin dedi. O damladan sonra,o gün akşama kadar hiç bir şey okuyamazdım-türkmen ırklı gözlerimin içi kapkara olurdu göz  bebeklerimin büyüklüğünden.
Demir çerçeveli bir gözlüğü takardım muayenelerde,önüne cam ekleyip çıkarırdı,hangisiyle iyi görüyorsun der,tek tek hepsini en az iki kere takıp çıkarırdı. Kalın camları çok severdim ama çok komiklerdi,hep incelerde iyi görüyorum bunla,bu olsun derdim. İnanmazdı tabi. 2.25/1.75.
Babamla fındıklıya gittik,otobüsle.  Ordan alınırdı gözlükler,neden bilmiyorum. O pasaj gibi yerin üst katında bir kadın vardı. Bence çok orospu gibiydi, uzun uzun çekmecelerden dosyamızı çıkarıp bize verirdi. Alt kata optikçiye gidip çerçeve beğenirdik.
Gittik. 'nasılsın abla? çerçeve bakacağız' dedi babam. İki çay söylenip,muhabbete dalınırken ben de sosyal sigortalar kurumunun benim yüzüme en çok yakışabilecek hangi çerçevenin parasını ödediğini bulmaya çalışırdım.
Tek tek hepsini deneyip bir küçük aynaya bakıyordum,bir büyük aynaya. Uzaktan bakıyordum,yakından bakıyordum. Bana hepsi aynı geliyordu derken onu gördüm. Açık pembe,üzerinde yeşil üzümlerle kırmızı kırmızı kirazlar olan çerçeveyi. tutturdum bunu alalım baba yeaağ diye.
O sigoraya ait değil diyen kadının sesi tüm çocuksu hayallerimi,okul formamla uyumlu çerçeveyi,kırmızı süveter-kırmızı kiraz konseptimi mahvetmişti.
Baba yeağğğ diyerek babamın elini tuttum,getir bakalım dedi. Aldım,iki elimin üzerinde özenlice tutuyordum,mavi pantolonumla bile ah nasıl uyumluydu.Baba nolur yeag dedim. 'ne kadara olur abla bu' dedi.
Vallahi canım,italyan malı,çok kaliteli. Bak dümdüz açılıyor,çerçevesi kırılmaz asla,normalde 110 lira ama sana 100e vereyim dedi.Babamın maaşının dörtte biri. Baba yeağ dedim,ağlamaya başladım. Takmam öbürünü-o kız gibi kör olurum-sana da kör kızın babası derler dedim. Ağlıyordum-babamın yüz ifadesini görmek için de çaktırmadan aynaya bakıyordum.her hıçkırdığımda göbeğim hopluyordu,babam çerçeveye bakıyordu,sanki seviyordu-alacaktı,ben de ufak tefek hıçkırıklara bıraktım kendimi. Tamam hadi alalım sus sus dedi. Camların kesilmesini beklerken babamla fındıklıda çay bahçesine gidip,denize baktık. 1 saat sonra geri döndük,çerçevemi aldık. Hemen taktım. Akşam olmak üzereydi ama ben çok mutluydum. Artık öğretmenime ben arkada oturmak istiyorum yeağ diyecektim. uzun boyluydum beni hep arka sıraya oturturdu,göremiyorum ben diye ağlamaya başlardım,oturduğum sıra tarafı bana hep gıcık olurdu,en önde oturduğum için.
Otobüse bindik. Babama gördüğüm bütün tabelaları okuyordum,plakaları,babama kolunu uzat diyordum ileriye,saati söylüyordum.Babam 'bunu da kıramazsın artık,iyi bak gözlüğüne' dedi.
Eve geldik,annem akşam yemeğini hazırlamıştı. Ablam okuldan gelmişti.'alabildiniz mi gözlüğü dedi annem. Aldık aldık kızın zora soktu bizi bu ay dedi. ama baba yeağ dedim. Tamam tosunum sen üzülme yeter ki dedi.
Ablamı sırf gözleri sağlam olduğu için,benle dalga geçtiği için,güzel çerçevemle kıskandıracaktım. Bak üzümlü dedim. Bak kirazlı dedim. Ver bakıyim dedi. Vermem dedim. Saçımı çekti,anne yeağ diye ağlamaya başladım. Ver sen de ablana,baksın yemez dedi. Verdim. Baktı,aman iyi güzelmiş diyip çekyata fırlattı. Salağa bak yaağ diyip,gözlüğü aldım. Sofraya oturduk. Anne bak bacakları açılıyor dedim. açtım.
Çıt.
Sessizlik.
Tıp.
Gözlük kırıldı.
Babam yüzüme bakıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder